Her mekanın bir hikayesi vardır
Kudüs: Kadim Haritaların Kalbi, Kanayan Bir Mekân
Kudüs: Kadim Haritaların Kalbi, Kanayan Bir Mekân

Kudüs: Kadim Haritaların Kalbi, Kanayan Bir Mekân

Kudüs, tarih boyunca sadece bir şehir değil, adeta dünyanın nabzının attığı bir coğrafi merkez oldu. Dağların, vadilerin ve kutsal suların kucakladığı bu toprak, insanlığın hikayesini yazarken hep bir kavşak noktasıydı. Tunç Çağından Roma dönemine, her taşında bir medeniyetin izini taşıyan bu şehir, coğrafyasının ruhuyla şekillenmiş, savaşlarla, inançlarla ve yeniden doğuşlarla yoğrulmuş bir destan sunuyor.

Gihon Pınarı: Kudüs’ün Doğduğu Yer

Kudüs’ün hikayesi, bir suyun fısıltısıyla başlar. Gihon Pınarı, şehrin kalbi, hayatın kaynağı. MÖ 4. binyılın sonlarında, bu tatlı su kaynağı etrafında filizlenen yerleşim, coğrafyanın cömert bir hediyesiydi. Düşünsenize, kuraklığın ortasında bir vaha; etrafında yükselen tepeler, vadiler ve zeytin ağaçlarıyla çevrili bir sığınak. Bu pınar, Kenanlıların ilk evi oldu ve şehir, “Urushalem” adıyla, “Şalim’in temeli” olarak anıldı. Şalim, akşamın tanrısı; belki de Kudüs’ün her zaman alacakaranlıkta parlayan ruhunu temsil ediyordu.

MÖ 1700’lere gelindiğinde, Kenanlılar pınarın doğu yakasını 26 metrelik taş duvarlarla koruma altına aldı. Bu duvarlar, sadece suyu değil, bir medeniyetin hayatta kalma iradesini de koruyordu. Coğrafya burada bir kale gibiydi; tepeler doğal bir savunma hattı, pınar ise yaşamın damarı. Ama bu koruma bile, Mısır Yeni Krallığı’nın gölgesinde “Urusalim” olarak anılan şehri tamamen özgür kılamadı. Tunç Çağı’nın çöküşü, Deniz Kavimleri’nin istilaları ve Kadeş Savaşı’nın kaosuyla, Kudüs’ün coğrafyası, büyük imparatorlukların çöküşüne tanıklık etti.

Davut’un Şehri: Kudüs’ün Kutsal Yükselişi

MÖ 1000 civarında, İsrailoğulları’nın kralı Davut, bu tepeler arasındaki şehri fethetti. Kudüs, artık “Davut’un Şehri”ydi. Ophel denilen yüksek bir noktada, Davut’un inşa ettiği sunak, coğrafyanın kutsal bir merkeze dönüşümünün ilk adımıydı. Oğlu Süleyman, burada efsanevi tapınağını yükseltti; altın ve sedir ağacıyla süslü bu yapı, Kudüs’ü sadece bir şehir olmaktan çıkarıp bir inanç merkezi yaptı. Şehir, Kidron Vadisi’nin gölgesinde, Zeytin Dağı’nın karşısında, artık bir krallığın başkentiydi.

Ama coğrafya, Kudüs’ü hem korudu hem de hedef yaptı. MÖ 930’da Yahuda ve İsrail krallıkları ayrıldığında, Kudüs Yahuda’nın başkenti oldu. Bu dönemde şehir, Mısırlıların, Filistlerin, Arapların ve Etiyopyalıların akınlarına uğradı. Her istila, bu dar vadilerdeki taşlara yeni bir hikaye kazıdı. MÖ 701’de Asurlular, Sennacherib liderliğinde şehri kuşattı. Bible’a göre bir melek 185 bin Asur askerini yok etti; Sennacherib ise “bana haraç ödediler” dedi. Gerçek ne olursa olsun, Kudüs’ün coğrafyası, bu kuşatmayı atlatmasını sağladı; belki de o dar vadiler ve yüksek surlar.

Babil’den Perslere: Yıkım ve Yeniden Doğuş

MÖ 597’de Babil kralı Nebukadnezar, Kudüs’ü ele geçirdi. Süleyman’ın Tapınağı yerle bir edildi, surlar yıkıldı, halk Babil’e sürüldü. Şehrin coğrafyası, bu kez bir yas yerine döndü. Ama MÖ 539’da Persler Babil’i fethetti ve Yahudilere geri dönüş izni verdi. Pers kralı Darius’un döneminde, MÖ 516’da İkinci Tapınak tamamlandı. Kidron Vadisi’nin üzerindeki bu yeni tapınak, Kudüs’ü yeniden bir inanç merkezi yaptı. Perslerin liberal yönetimi altında, şehir belki de tarihinde ilk kez bir barış dönemine tanık oldu.

Helenistik Fırtına ve Makabi Zaferi

MÖ 4. yüzyılda Büyük İskender, Pers İmparatorluğu’nu yıktı ve Kudüs, Yunan egemenliğine geçti. Şehir, önce Ptolemaiosların, sonra Seleukosların eline geçti. Helenleşme, Kudüs’ün ruhuna bir yabancı gibi sızdı. Ama coğrafya, yine bir direnişin sahnesi oldu. MÖ 164’te Makabi İsyanı, Yahudi kültürünü yeniden canlandırdı. Tapınak yeniden kutsandı, ve bu zafer bugün Hanuka bayramıyla anılıyor. Kudüs’ün dar sokakları, bu isyanın ateşini taşıdı; her köşe başında coğrafya, direnişin bir parçasıydı.

Roma’nın Gölgesi ve Kutsal Toprakların Çöküşü

MÖ 67’de Roma, Kudüs’ün kaderine el koydu. Büyük Herod, şehri bir mücevhere dönüştürdü; İkinci Tapınak, tarihin en görkemli yapılarından biri oldu. Ama Roma’nın doğrudan yönetimi, huzursuzluğu getirdi. MS 70’te Titus’un ordusu, beş aylık bir kuşatmayla şehri yerle bir etti. Tapınak yandı, sadece Batı Duvarı ayakta kaldı. Kudüs, Aelia Capitolina olarak yeniden doğdu; ama bu kez Yahudilerin yasaklandığı bir şehir oldu.

MS 4. yüzyılda Roma, Hıristiyanlığa geçti. Kutsal Kabir Kilisesi, İsa’nın çarmıha gerildiği yerde yükseldi. Kudüs, artık Hıristiyanlığın da merkeziydi. Ama bu kısa sürdü. MS 614’te Sasaniler, ardından Müslüman Araplar şehri fethetti. Kudüs, her zaman bir kavşak, her zaman bir savaş alanıydı.

Sasaniler ve Bizans Dönemi (614-638)

MS 614’te Sasaniler, Kudüs’ü Bizans’tan aldı. Şehir, Kidron Vadisi’nin eteklerinde kısa bir Pers egemenliği yaşadı; Kutsal Kabir Kilisesi zarar gördü, Yahudilere kısa süreli bir özgürlük tanındı. Ancak 629’da Bizans İmparatoru Heraklius, şehri geri aldı ve Hıristiyanlığın merkezi olarak restore etti. Bu dönemde Kudüs, Zeytin Dağı’nın gölgesinde bir hac merkezi olarak önemini korudu.

İslam’ın Yükselişi ve Emevîler (638-750)

638’de Müslüman Araplar, Rashidun Halifesi Ömer bin Hattab liderliğinde Kudüs’ü fethetti. Şehir, İslam için kutsal bir merkez haline geldi; Kubbet-üs-Sahra (691) ve El-Aksa Camii, Tapınak Dağı’nda yükseldi. Emevîler döneminde Kudüs, İslam dünyasının manevi başkentlerinden biri oldu. Yahudiler ve Hıristiyanlar, cizye ödeyerek dini özgürlüklerini korudu. Şehir, coğrafi olarak üç semavi dinin kesişim noktası haline geldi.

Abbasîler ve Fatımîler (750-1099)

Abbasîler döneminde Kudüs, Bağdat’ın gölgesinde kalsa da dini önemini sürdürdü. Fatımîler (969’dan itibaren) şehri kontrol etti; ancak 11. yüzyılda siyasi istikrarsızlık ve Selçuklu akınları bölgeyi sarstı. Kudüs’ün dar sokakları ve kutsal mekanları, hacılar için bir çekim merkezi olmaya devam etti.

Haçlılar ve Eyyubîler (1099-1291)

1099’da Birinci Haçlı Seferi’yle Kudüs, Haçlıların eline geçti. Şehir, Latin Krallığı’nın başkenti oldu; Tapınak Dağı, Hıristiyan tapınaklarına dönüştürüldü. 1187’de Selahaddin Eyyubî, Kudüs’ü geri aldı. Eyyubîler, şehri İslam dünyasına yeniden entegre etti, ancak Hıristiyan hacılar için erişim sağlandı. 13. yüzyılda kısa süreli Haçlı egemenlikleri yaşansa da, 1244’te Kudüs kesin olarak Müslüman kontrolüne geçti.

Memlûkler ve Osmanlılar (1291-1917)

Memlûkler (1260-1517), Kudüs’ü bir ilim ve ibadet merkezi olarak geliştirdi; medreseler ve türbeler inşa edildi. 1517’de Osmanlılar şehri ele geçirdi. Kanuni Sultan Süleyman, surları yeniledi, Kubbet-üs-Sahra’yı restore etti. Kudüs, Osmanlı döneminde nispeten sakin bir dini merkezdi; Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman topluluklar bir arada yaşadı. Şehrin coğrafyası, surlarla çevrili eski şehir ve çevresindeki vadiler, bu barışçıl dönemin sembolü oldu.

İngiliz Mandası ve Modern Çağ (1917-1948)

1917’de İngilizler, Osmanlı’dan Kudüs’ü aldı. Balfour Deklarasyonu (1917) ile Yahudi göçü hızlandı, şehirde gerilim arttı. 1948’de İsrail’in kurulmasıyla Kudüs, İsrail ve Ürdün arasında bölündü; Batı Kudüs İsrail’in, Doğu Kudüs (Eski Şehir dahil) Ürdün’ün kontrolüne geçti. Batı Duvarı ve Tapınak Dağı, bu bölünmenin sembolleri oldu.

Günümüz: İsrail ve Filistin (1948-Günümüz)

1967 Altı Gün Savaşı’nda İsrail, Doğu Kudüs’ü ele geçirdi ve şehri birleştirdiğini ilan etti, ancak bu, uluslararası toplumda tartışmalı kaldı. Bugün Kudüs, İsrail’in başkenti olarak ilan edilse de, Filistinliler Doğu Kudüs’ü gelecekteki devletlerinin başkenti görüyor.

Şehir, 5 bin yıllık tarihinde coğrafyasının sunduğu sığınak ve mücadele alanlarıyla şekillendi adeta. Gihon Pınarı’ndan Zeytin Dağı’na, Batı Duvarı’ndan Beytülmakdis’e çatışmaların merkezinde her taş bir hikaye anlatıyor.  Hâlâ dünyanın en karmaşık ve kutsal coğrafyası olarak bölgenin kalbi gibi atmaya devam ediyor.

Kudüs’ü anlamak için, onun gizemli atmosferini hissetmek gerek. Çünkü bu şehir, sadece bir tarih değil, aynı zamanda bir kadim bir coğrafyanın, kadim haritalarının merkezi…